hakkımızda                           irtibat           

  Anasayfa  

MUHARREM ÖZEL

Kerbela Kıyamının Tarihi Kökleri ( 1. Bölüm )

Allah-u Teala insanların dünyevi hayatlarında saadete ulaşmaları, kötülüklerden arınıp zülüm ve haksızlıklardan kurtulmaları için peygamberler göndermiştir. Bütün peygamberlerin davet ettikleri hak yolu Kuran-ı Kerim ’’Sırat-ı Mustakım’’ olarak adlandırıyor.

Allah-u Teala insanların dünyevi hayatlarında saadete ulaşmaları, kötülüklerden arınıp zülüm ve haksızlıklardan kurtulmaları için peygamberler göndermiştir. Bütün peygamberlerin davet ettikleri hak yolu Kuran-ı Kerim ’’Sırat-ı Mustakım’’ olarak adlandırıyor.

Peygamberlerin herbirisi bu sıratı mustakim üzere olduğu gibi kendileri de sıratı mustakimin özüdürler. Her peygamber, Hz.Adem(a.s) ile başlayan bu sıratı mustakimin zamansal olarak bir dilimini oluşturmaktadır. Risalet ve nübuvvet görevi biten peygamber kendisinden sonraki peygambere görevi teslim etmiş ve bu sıratı mustakimi sağlamlaştırmıştır.

Sırat-ı Mustakim Hz. Adem ile başlıyor Ululazm peygamberlerle olgunlaşıyor ve Hz. Resulullah ile kemale ulaşıyor. Risalet ve Nübuvvet sıratı mustakim, İslam sıratı mustakim, Kuran sıratı mustakim ve Resulullah sıratı mustakimdir.

Resulullah’ın  risalet görevini yerine getirdiği 23 yıl boyunca tek hedefi insanlara bu sıratı mustakimi tanıtmak, onların bu yolda gitmelerini sağlamaktı. Ve bu 23 yılın sonunda sıratı mustakim olan Risalet ve Nübuvvetin devamının İmamet ve Velayet olduğunu açıklamış, bu makamın Velayetle devam edeceğini beyan etmiştir. Çünkü bu sıratı mustakimin kıyamete kadar devam etmesi gerekiyordu. Risalet ve Nübuvvet yolundan ayrılma sıratı mustakimden ayrılma sayılacağı gibi İmameti kabul etmemek de sıratı mustakimden sapmak manasında olacaktır.

Resul-u Ekrem, Allah’ın rahmetine kavuşmasının hemen ardından sıratı mustakimden kopmalar başladı gerçi daha Resulullah hayattayken sıratı mustakimden ayrılma sinyalleri veriliyordu ama Resulullah’ın varlığı onların niyyetlerini izhar etmelerini engelliyordu. Peygamber Efendimiz bunun farkındaydı her fırsatta müslümanların  sıratı mustakimden ayrılmamaları gerektiğini ve sıratı mustakimin ne olduğunu beyan ediyordu. Resulullah’ın bütün çabalarına rağmen bir grup insanlar ıslah olmamış Allah’ın emrine gerçek manada teslim olmamışlardı ve sıratı mustakimi kabullenememişlerdi.

Resulullah’ın vefatından hemen sonra sıratı mustakim olan velayet ve imamete sırt çevirmiş hilafete doğru yönelmişlerdir. Bu sıratı mustakimden ayrılmanın ilk hareketleriydi.

 Sıratı mustakimin yanında yeni bir yol açılmış insanlar o yola davet edilmeye başlandı. Açılan bu yol sıratı mustakimin paralelinde açılmış olsaydı insanları bu yoldan çevirip sıratı mustakime yöneltmek kolay olacaktı ama maalesef bu yol sıratı mustakimden ayrılan, gittikce büyüyen bir açıyla hak yoldan uzaklaşan bir yoldu. Zaman geçtikce açı büyüyor, açı büyüdükce gidilen yolla sıratı mustakim arasındaki uzaklık da büyüyordu. Bundan daha kötüsü oluşturulan bu yeni hattın hak yol olarak lanse edilmesi sıratı mustakimin gerçek çehresinin tanınmasını engelliyordu. 35.Hicri yılında Hz.Ali(a.s) halkın yoğun israrı üzerine hilafet makamına geliyor, İmamet bütün yönleriyle sahneye çıkıyor, sıratı mustakime dönüşle birlikte adalet mekanizması da çalışmaya başlıyordu.

Hz. Ali(a.s) halifeliği zamanında en büyük mücadelesi bir taraftan sıratı mustakim olan İmamet ve Velayet görevini yerine getirmek; dini korumak, islami hükümleri uygulamak, toplumda adaleti sağlamak,  diğer taraftan insanları tekrar sıratı mustakime döndürmek idi. Hz.Ali (a.s) 5 yıllık halifeliği sıratı mustakimde gitmek isteyenleri son derece memnun ettiği gibi sıratı mustakimden ayrılanları da çok rahatsız etmişti. Maalesef Hz.Ali(a.s)’ın bütün çabalarına rağmen çok az kişi sıratı mustakime dönmüştü.

Hz.Ali(a.s)’ın şehadetinden sonra saltanat taraftarları ümmeti tekrar eski yollarına döndermeyi başardılar.

Emeviler, İslam ümmetine hakim olarak, Emevi saltanatını kurdular. Sıratı mustakimin karşısındaki yol güçlendirildi. Açı gittikce büyüdü 61.hicri yılında bu açı tam 180 derece olmuştu. Yani İslam ümmeti sıratı mustakimin ters istikametine doğru ilerliyordu.

Sırat-ı Mustakimden Sapma Alanları

Sıratı Mustakim’den sapma alanlarını kısa ve özet olarak arz etmeye çalışacağız.

1-Sİyasİ İnhiraf

Toplumu idare eden siyasi otorite hangi inanç ve ideolojiye sahip ise insanları o inanç doğrultusunda yönlendireceği kaçınılmaz olacaktır. Topluma hakim güç sıratı mustakim olursa insanlar ve toplumun her alanı ilahi olacak, ilahi hükümler bütün alanlarda uygulanacak ve Allah’ın irade ettiği sistem hakim olacaktır. Eğer siyasi otorite hak yoldan başka bir sistem olursa toplum o sistemin öngördüğü istikamette hareket edecek ve sıratı mustakimden uzaklaşacaktır.

Sıratı mustakimden ayrı geçen yarım asırlık zamanda hakimiyeti elinde bulunduran güç, İslam beldelerine tayin etmiş olduğu valiler aracılığıyla siyasi alanda bir çok tahrifatlar yaptılar. Ve kendilerine seçmiş oldukları siyasi muşavirlerin bazılarının gayri müslim olması İslam’ın siyasi alandaki plan, projelerini terk edip kendi metod ve sistemlerini hakim kılmalarına sebep olmuştur. İslam’ın siyasi otoritesi risaletin devamı olan İmamet ve Velayet sistemi kenara itilip hilafet ve saltanat sistemi getirildi özellikle ehil olmayan kişilerin vali olarak tayın edilmeleri de İslam’ın idari sistemine ayrı bir darbe vurmuş oluyordu. Böylece İslam’ın devlet ve siyasi idare sistemi daha ilk günden tahrif edilmesi daha sonraları hanedanlığa, sultanlığa ve krallığa dönüşmesine sebep olacaktı. Asr-ı Sadetten günümüze kadar islami siyasete dayalı, Kur’an kaynaklı bir devlet sistemi ortaya koyulamamıştır. Bunun tek sebebi müslümanların Peygamber (s.a.a.)’den hemen sonra İslam’ın siyasi sistemini değiştirmeleri olmuştur. Günümüzde siyasi otoritenin önemi gözönünde bulundurulduğunda yapılan ihanetin ne kadar büyük olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Tarihin o diliminde bu tahrif yapılmamış olsaydı günümüzde beşeri sistemlerin elinde böyle zelil olunmazdı. İslam alemi, tarih boyunca özellikle günümüzde kamil bir din olan İslam’ın devlet sistemine saltanat, sultanlık ve padişahlıktan başka bir örnek sunamamıştır.

2- Dİnİ Tahrİfler 

a)- Kur’an-ı Kerim’den sonra en büyük dini kaynak olan Resulullah’ın sünneti yok edildi. Kuran’ın tefsiri konumunda olan ve İslam hükümlerinin pratikte uygulamasını beyan eden Resulullah’ın hadisleri yaktırıldı.Yazılan hadisler yok edildiği gibi nakledilmeleri de yasaklanarak  nakledenler cezalandırıldılar. „Allah’ın Kitabı bize yeter“ zihniyetiyle dinin ikinci kaynağı yok edilince çok kısa zamanda yalancı hadisciler ortaya çıkarak uydurma hadisler, israiliyat rivayetler ve hurafa düşünceler sünnet adına dine sokuldu. Böylece dinde bidatlar koyulmaya başlandı.

b)- Resulullah’ın, hayattayken örnek olarak tanıttığı Sahabe susturuldu, hakkı söylemeleri engellendi. Resulullah’ın sünnetini müslümanlara aktaracak bu seçkin zatlardan kaynak olarak yararlanılması gerekirken ya sürgüne gönderildiler, ya susmak zorunda bırakıldılar veya şehit edildiler.

c)- Kur’an’ın ayetelerinin manaları tahrif edildi. Ayetler  hakim gücün siyaseti doğrultusunda tefsir ediliyordu neticede islam toplumunda yeni müfessirler ortaya çıkmıştı.

d)-Kur’an ve Mutevatir sünnet karşısında içtihat kapısı açılmış Resulullah’ı dahi görmemiş, O’nun ilminden yararlanmamış yeni fakihler ortaya çıkmış, İslam’ın mearifi hakkında fetvalar vermeye başlamışlardı. Her alanda şer’i fetvalar hakim gücün isteği doğrultusunda veriliyordu. Böylece dinin fıkhi yönü de tahrif ediliyordu.

e)- İslam’ın eğitim sistemi yozlaştırıldı

f)- Hakka amel edilmiyor, farzlar ayaklar altına alınmış haramlar aleni olarak yapılıyordu.

3- Ekonomİk Yolsuzluklar (Adaletsİzlİk)

İslam ekonomisinin büyük bir bölümünü oluşturan Beyt-ül Mal adaletli dağıtılmıyordu. İslam toplumunun çoğunu oluşturan fakir tabaka haklarını alamaz olmuşlardı. Yıllarca Resulullah ile birlikte her türlü zorluğa göğüs geren müslümanlar İslam ekonomisinin güçlendiği zamanda daha fazla hak almaları gerekirken gittikce  fakirleşiyor, zenginler daha zengin oluyordu. Beyt-ül Mal’ın dağıtılmasında fakirlik değil hakim güce yakınlık derecesi ölçü alınıyordu. Ekonomik yolsuzluklar;

a)- Zekat herkesten eşit olarak alınmıyor, sisteme yakın kimseler muaf tutuluyordu.

b)- Devlet kademesinde görev alan kimseler, özellikle Valiler, Beyt-ül Mal’ı istedikleri gibi amaç dışı kullanıyorlardı.

c)- Beytül Mal’ın kapıları ardına kadar Emevilere açılmıştı.

d)- Savaş ganimetleri yalnız Emevilerin cebine akıyordu.

e)- İslam topraklarında olan araziler hakim sistemi destekleyen toplumda kariyer sahibi kimselere peşkeş çekiliyordu.(Aşaratin mubaşşerenin mal varlığı buna örnektir)

f)- Humsun Ehlibeyt’e verilmesi kaldırılmış, Ehlibeyt ekonomik olarak tamamen zayıflatılmıştı. Çünkü Ehlibeyt’e zekat ve sadaka  vermek haramdır.

g)- Beyt-ül Mal’ın dağıtılmasında araplar acemlerden, emeviler diğerlerinden öncelikliydi.

Özetle  ekonominin dizginleri Emevilerin eline geçmiş istedikleri gibi yönlediriyorlardı. Zekat, ganimet, zıraat, hayvancılık ve ticaret tamamen Emevilerin kontrolündeydi.

4- Irkçılık ve Kabİlecİlİğİn  tekrar hortlaması

 İslam’ın karşı olduğu ırkcılık ve kabilecilik tekrar hortlamış İslam toplumunu içten kemiren bir hastalık haline gelmişti. İslam dininin o yüce mearifi sayesinde kardeş olan kabileler birbirinden üstün tutuluyordu. Hilafet makamının her alanında; hükümet kademesinde görev almada, devletin ekonomisinden yararlanmada ve benzeri konularda araplara acemlerden öncelık tanınıyordu. Araplar içinde de Emeviler herkesten üstün tutuluyor, diğerleri ikinci sınıf muamelesi görüyordu. İslam’ın yok etmek için mücadele verdiği  kölelik ve cariyelik yaygınlaştırılıyordu. Zenginler köle ticaretini normal bir hale getirmişlerdi. İnsan alıp satmak gelir kaynağı olmuştu. Zenginlerin Emevilerden olması köle ve cariyelerin acemlerden olması gerektiği zihniyetini doğurmuştu. Kendilerini toplumun en üstünü gören Emevilerin sarayları acem köle ve cariyelerle dolup taşıyordu.

5- Askerİ ve nİzamİ gücün hedefİnden saptırılması

İslam’ın zafere ulaşıp ilerlemesinde her türlü fedakarlığı yapan bu yolda hiçbir zaman Allah’ın rızasından başka birşey düşünmeyen İslam ordusu bu ilahi hedeften saptırılmış tamamen hakim gücün menfaatleri doğrultusunda ve kendi dünyevi çıkarları için oluşturulmuştu. İslam topraklarının en fazla genişletiltiği, fetihlerin en fazla yapıldığı bu zamanlarda İslam askerlerinin hedefi fetihler yapıp ganimet elde etmek olmuştu. Yendikleri toplumların insanlarını köle ve cariye olarak almak hedef haline gelmişti. İslam ordusunun eğitimine önem verilmiyor, takva ve maneviyat en alt seviyeyede bulunuyordu. İslam ordusunda islami kurallara riayet edilmemesi ahlaki çöküntüyü birlikte getirmişti. Artık ne Bedir kahramanları vardı, ne Uhud şehitleri gibi canlarını Allah rızası için verecek müminler ne de Hayber fatihi ve Hendek yiğidi gibi yiğitler. Müslümanlar, kendilerine dünyevi zevk ve sefayı sağlayan Emevi saltanatını korumak için savaşıyordu.

devam edecek

sabahyil@iqraa.de

Geri dön

   
  Gündem    

 

Kıyamet günü bütün gözler ağlayacaktır, Hüseynin musibetine ağlayan göz hariç.

Hüseyine ağlayan göz, sevinçli olacak ve Cennet nimetlerinden yararlanacaktır.

Hadis

 

  Siyaset    
  Bilim    
  Yazı Dizisi    
  Kültür - Sanat    
  Soru - Cevap    

 

MUHARREM ÖZEL